MEVSİMLİ ÖLÜMLER ÜLKESİNDE AHRAZ PİYANİSTE ÖYKÜNME
Mevsim
döngülerinden oldum olası haz ettim. Birkaç gün önce daldan
olan yaprağın, önüm sıra yuvarlanışı bana taşı yapılmamış
tahta kazıklı mezarları hatırlatırdı. Pilot kalemle tahtadan
bir kazığa yazılan adı soyadı, doğum tarihi, ölüm tarihi.
Tahta mezar kazıklarına el fatiha yazılmaz normalde. Sığmaz
çünkü. Bir de insan konduramaz henüz topraktakine ölümü.
Kabullenememişlik durumu da vardır bir nebze. Neticede ölen kişi,
bir kişiden çok hatıralardır. Yaşarken hatırlanmayan, ama
toprağın altındayken filizlenen hatıralar. O devasa toprak
kütlesinin üzerine mavi ibrikle dökülen su, her bir hatıranın
can suyudur. O yüzdendir ki mezarlıkta su dökmem hiçbir ölünün
toprağına. Zaten yakında sonbahar gelir, suya doyar toprak.
İçerideki ölüye faydası yoktur ki suyun, toprak naaşı
parçalayıp hayat verir işte üzerindeki milyonlarca organizmaya.
Mezar
diyip geçmeyin, her biri büyük ülkelerdir.
Yitiklerin
arasında kaybolduğun mezarlıklarda, yolunu bulmak istiyorsan mezar
taşına bakacaksın. Askerde öğrendim ben müslüman mezar
taşlarının batıya baktığını. Sonra ellerimle ninemi gömünce
anladım. Naaş mezara indirilir, sağının üstüne döndürülür.
Sonra tahtaları çakılır, parasına göre din görevlisi Yasin’den
başlar okumaya. Zenginse ölü ve efradı, tebareke, bakara. Fakirse
topraktakinin ardındakiler üç kulhü bir elham. Tanrı varsa,
adaleti imamlara da göstermeli.
Öylece
beklerim ben, hoca okur, eller kalkar ben put gibi dikilirim. Bir ölü
amin demez bir de ben. İkimizin de ihtiyacı yoktur çünkü. Bu
ihtiyaç halini geride kalan bilmez. Ne diyorduk, mevsim döngüleri.
Doğanın
en tatlı zamanlarıdır döngüler, rengarenk ağaç karmasının
altında toprak üzerindeki yorganını değiştirir. Evde annelerin
çocukların üzerine pikeden yorgana geçiş evresi gibi, toprak da
en büyük anne olarak korur içindeki tohumları.
Böyle
bir iklim geçişinde bilmediğim bir yaprağın peşinden ayaklarımı
savururken, uzaklardan gelen piyano sesi beni bir girdaba sokuyor ve
kendine doğru çekiyordu. Ses Viyana’nın kendine özgü
kültürünün bir parçası olsa da, aksak notaların yoğunluğu
hipnotize edici geliyordu. Reisnerstraße’den Modenapark’a doğru
yoğunlaşan ses, nihayetinde parkın her yerinden duyulabilecek
şekilde netleşmişti. Modenapark, iki savaşın içinde kalmış,
eskiyi ve yeniyi koynunda yoğurmuş bir semtin toprağa bakan yüzü.
Parkın içine doğru geçtiğimde, bir piyanistin resitaline
tanıklık ederken etrafını saran çocukların pür dikkat
piyaniste odaklandığını görünce parmaklarımın üzerinde
yürümeyi tercih ettim. Çocuklar adeta uykudaydı ve o piyano onlar
için müzik kutusu gibiydi. 30’larında bir piyanist Clauss.
Ahraz. Çocukluğundan beri hiç konuşamamış. Ama hep duymuş.
Etrafındaki seslere karşı kulağı hassas büyümüş. Ve bir gün,
Mozart müzesinde çocuklar için konulan piyanonun başında kendini
kaybetmiş. Saatlerce çalmış. Müze kapanana kadar. Sonra müze
yetkilileri Clauss’un eğitimini üstlenmişler ve kendisine
haftanın üç günü istediği kadar piyano çalabileceğini
gösterir bir kart vermişler. Bu kartla Clauss, iki yıl haftada üç
gün müzeye gidip, müştemilat denilebilecek bir yerde piyano
çalmaya başlamış. Üç yıl sonra ise ilk konserini vermiş.
Ardından da Roma, Floransa, Münih ve Köln’de resitaller
düzenlemiş. Yıllar sonra ise, Modenapark yakınlarındaki
Montessori okulunda piyano çalarak çocukların piyanoya yatkın
olması için çalışmaya başlamış. Tüm bunlar, şu anda,
Modenapark’ta çocukları hipnotize eden bu adamın piyanosunun
yanında bir kartona yazılmış şekilde duruyor.
Sessizce
resitalin sonuna kadar bekledim. Clauss, en son tuşa dokundu. O ses
çocukların kulağına, ağaçlardaki kuşlara dokundu, oradan bana
geldi. Ve sakin ve kendinden emin bir şekilde Clauss kapağı
kapattı. Mevsimli ölümler ülkesi Avusturya. Ve burada bir ahraz
piyanist Clauss. Ben, sınırlarındaki hayvanlar karşıya geçtiği
için vurulan bir ülkenin vatandaşıyım. Clauss’un sınırlarından
ise müzik yayılıyor. Viyana’ya gelişim, kendi köhnemişliğimi
gözlerimle görmek nedeniyleydi. Öyle de oldu.
Benim ülkemde
insanlar zamansız ölürler, mevsimleri hep kıştır. Ölenin
mevsimi kıştır, geride kalanın mevsimi kış. Cenazesi sahra
sıcağında kalksa da kıştır hep mevsim. Anneler oğullarından
geriye bir iki kemik, bir yırtık kazak ararlar. Evleri boyanmaz
kaybedilen çocukları bir gün geri dönerler diye. Ve kaybedenler
kaybetti yazamaz olmayan mezar taşlarında. Kimsesiz mezarlığında
çürümüş tahta mezar kazıklarının altında, anneleri bulsun
diye yalvarırlar toprağa çocuklar. Arayan her anne, yanyana
gelemez. İzin verilmez çocuklarını aramalarına. Ve Clauss’un
ülkesinde ölümler mevsime göre sıralıdır. Hep dört mevsim
çalarak karşılar Vivaldi, gelen her yeni ölüyü Viyana’nın
kimsesizler mezarlığında. Bizim mezarlar hep kışlıktır,
cehennem toprağın üstünde havadadır. Ama toprak altında nice
çocuk Clauss’u dinleyen çocuklar gibi sessizce bekler analarını.
Bir
gün olur, gelir analar çocuklarına beyaz yazmalarıyla. Ve ab-ı
kevser olur evlat kokusu sonra. Toprak kendini sular gözyaşlarıyla.
Yorumlar
Yorum Gönder