Akşener Turnusolü
Yaklaşık 1 yıldır Millet Masası ile birlikte süregiden ve Türkiye siyasetinin hem kitleler hem de figürlerce alışık olmadığı bir masa siyaseti, seçime ramak kala çatladı. İyi ki de şimdi çatladı. Bu iyi ki kısmına daha sonra döneceğim.
Öncelikli olarak, Türkiye'de siyasetin bir buzdağı olduğu halk nezdinde görüldü. Kılıçdaroğlu'nun proaktif adımları, yıllardır sürdürdüğü Sakin Güç etkisi, artık rüzgarı da ardına alınca iktidar içün ciddi bir tehdit alanına dönüştü. İktidar derken, sadece görünen Akp Mhp Bbp ortaklığını kastetmiyorum. Bu iktidarın bir de buzdağının görünmez kısmında yer alan 'kadim' devletçi refleksini de unutmayalım. Evet,Akşener Kılıçdaroğlu'nu baştan beri istemedi. Çünkü içinden çıktığı/ yer aldığı kadim dehliz bu ülkede Alevi'ye bir siyasal islamcıdan sonra iktidarı teslim edemezdi. Bunu doğrudan söyleyemedikleri için de bir 'Kazanacak Aday ' retoriği oluşturdu.
Ülkede resmi kayıtlara göre 50 bin kişi bir depremde can vermiş, herkes ilk üç gün devlet nerede diye sorarken, ekonomik tüm göstergeler ülkenin süratle moratoryuma gideceğini öngörürken, Erdoğan'ın kazanmasının hayal olduğunu Erdoğan bile fark etmişken bu retoriğin bir propaganda unsuru olduğunu söylemek zorundayız. Bu retoriğin Fahrettin Altun'un icat ettiği 'yüzyılın felaketi' retoriğinden hiçbir farkı yok. İçi boş ve anlamsız. Sadece kitlelere satılan ve sorumluluktan kaçılan bir söylem dizisi bu.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi adayı olarak Ekrem İmamoğlu açıklandığında da anketler kesin kaybediyor diyordu. Bursa için mesela Bozbey kesin kazanıyordu ama sonuç farklıydı.
İkinci olarak, anketlerin bu zamana kadar sormadığı bir soru vardı ki o da şuydu: Eğer aday olarak Ekrem İmamoğlu/ Mansur Yavaş olmazsa tercihiniz kim olur sorusu. Yani seçmenin ikincil oy tercihine yönelk bir eğilim maalesef saptanamadı. Açıkça söylemek gerekirse, saptanması istenmedi.
Çünkü Akşener ve partiyi yönettiği aklı varsa yoksa Mansur Yavaş isteğindeydi. Bu sağcı bir zeka için gayet anlaşılabilir bir tavır. Hakkında dava olan Ekrem İmamoğlu ise Akşener için " ya o ya o" noktasına indirgenmiş biri oldu. Bunu yaparken de Türkiye siyasetinin görmediği bir üslupla kıra döke paramparça ede ede konuştu. 12 aydır oturduğu ve özel görüşmede "abi" diye hitap ettiği, tüm ailesine emanet ettiği Kılıçdaroğlu'na sıtma benzetmesi yapması da siyasi anlamda ahlakdışı bir tavırdı.
Üçüncü olarak, Akşener'in bu kazanacak aday retoriği bir varsayımdan ibaretti. Kazanacak aday iddiasında bulunmak yerine, bu masa adayı çıkarır ve kazanır deme cüretini hiçbir zaman sergilemedi.
Akşener aslında çok baştan kaybetti. Ben seçimde Cumhurbaşkanı adayı değilim, başbakan olacağım diyerek, siyasal bir partinin yaşama tutunma sebebini elinden aldı, o noktada kaybetti. Bugün masadan kalkarken kullandığı dil, Akşener'i yakından bilenlerin şaşırmadığı bir dil.
Gelelim işin İyiparti açısından boyutuna..
İlk olarak, iyipin üyesi aidiyet duygusu taşımayan bir üye. Öncelikli olarak bunun altını çizmek gerekir. Dünyada siyasal partinin üyelik yahut aidiyet hissetmesi için genelde 2 seçimi o parti üyesi olarak geçirmesi gerektiği söylenir. Bu açıkçası bizim gibi ülkelerde 3 seçimolarak ele alınabilir.
Çünkü geçirgenliğin, yüzergezer oy fazlalığının yüksek olsuğu ülkelerde sabit politika üretmek ve/veya doğrulardan yanlışlardan ders çıkarmak öyle 2 seçimde bizde pek olmaz. Bu sebeple, iyipartinin üyesinin büyük kısmı MHPden Akşener'le birlikte çıkan, Akşener'e mağduriyet üzerinden duygusal bir yakınlık görenler ile MHP'nin çelik çekirdeğinde asla kendine yer bulamayacak olan kurmay kadrosudur.
Ama partinin üye sayısındaki kuruluşundan bu yana yaşanan yükselişi irdelediğimizde, masaya oturduğu andan itibaren hatta az daha geri saralım yerel seçim sonuçlarından itibaren, hızlı bir artış görürürüz. Partilere üyelik, Türkiye'de aidiyetle yerini işaretleme arasında bir yerde gider gelir. Spektrumun solunda olan partilerde aidiyet öne çıkar.
Hatta daha solda TKP gibi partilerde üyelik, çelik gibi sorumluluk yükleyen kıymetli bir kimlik meselesidir. Kimlik kelimesini özellikle seçiyorum, kim olduğunu belirleyen ve üyeye asla unutmaması gerektiğini söyleyenbir yapıdan bahsediyorum. Bu partiler literatürdeki karşılığıyla kadro partileridir. Ve düzen düzenkarşıtlığı arasında bir taraf olmayı zorunlu kılar. Üyelik, solun merkeze yakın ya da düzenle uyumlu sosyal demokrat yapılarında teorik birikimden yoksun olmakla birlikte sadece iktidarın karşısında olmayı ve yeni kurulacak düzende yer tutmayı niyetlendirir.
Sağ partilerde üyelik de bir aidiyet belirtisi taşır. MHP de bu durum böyledir mesela. Hiçbir zaman normal zeka ile bile anlaşılamayan tavırlar MHP için sıradandır, çünkü kendileri bir 'ülküdaşlık' kuran, 'dava ' partisinin üyeleridir. Ama iş iyipartiye gelince bu durum değişir. İyi partinin MHP gibi bir tarihsel davası yoktur. Milliyetçilerdir ama milliyetçi partide siyaset yapmasına 'izin verilmeyen' partidir. Bu yüzden buradaki üyelik, aidiyetten ve bağlılıktan çok popülizm kıskacında gündelik politik adımlara tepki olarak büyüyen bir üyelik silsilesidir. Partinin çelik çekirdeği yukarıda da ifade ettiğim gibi MHP içerisinde yer bulamayan akıldır. Ve Akşener üyelerini de bu yapıdan ibaret sayarak,aslında üye tabanını tanıyamadığını göstermiş olmuştur.
İkinci olarak, iyi partinin yaslandığı seçmen profili önemlidir. Bu profil kent soylu burjuva sınıfı içerisinde yer alan gelenekçi topluma nostaljik anlamlar yükleyerek o geleneği korumaya korumasa bile en azından saygı duymaya öncelik veren şehirli, liberal, kavgayı tercih etmeyen, milliyetçi olup eylem sevmeyen bir kitledir. Bu yüzden Akşener için en büyük kırılım da orada olacaktır, çünkü bu kitle uyumsuzluğu oyun bozan olmamayı küçüklükten beri içselleştirmiştir.
Siyasette en kritik anda demeç verirken kullandığınız kelimeler size bumerang olarak da dönebilir, kendinize ait olan kavramı karşı tarafa ileterek de yansıtma yapılabilir. Akşener bu açıklamasıyla ikisini de yapmıştır. Masada mesai yaptığı liderlere ağır konuşarak bumerangı döndürmüştür. Ayrıca, gizli ajanda gibi ifadelere yer vererek de kendisinde olanı dışarı yansıtmıştır. En sonda belediye başkanlarını sayarken de esas isteği olan Yavaş'ı önce İmamoğlu'nu sonra dillendirerek deniyetini açık etmiştir.
Kadim sağ zihniyetinin Akşener üzerinden kurduğu bu hamle, elbette ki sol sosyal demokrat ve Alevi'yi dışlamak üzerine bir hamle. Bu tezin altını doldururken Kılıçdaroğlu'nun 10 seçim kaybettiği söylemi de yine kendini günahlardan azede kılma şekli.
Kılıçdaroğlu 10 seçimi kendi başına kaybetmedi bu bir, ikinci olarak da Kılıçdaroğlu ülkedeki son yapılan seçimin sonuçlarının mimarı. Aynı mantıkla gidersek, Erdoğan da girdiği hiçbir seçimi kaybetmedi o yüzden seçim yapmaya gerek yok. Üç, Akşener de son Cumhurbaşkanı seçiminin bir böleniydi.
Cumhurbaşkanı adayı olarak, muhalefetin seçimi ilk turda alma şansını elinden aldı. Ardından yerel seçim sürecinde Balıkesir'de aday 1 aydır çalışırken çektirip yerine kendi partisinin adayını dayattı ve kaybetti. Benzer kaybı Denizli'de de yaşattı. Hatta bugün ismini önerdiği Mansur Yavaş bile o dönem İyi Parti'den gelen adayımız ol teklifine rağmen, iyi parti altında seçilemeyeceğini bildiği için Cumhuriyet Halk Partisi ile görüşüp seçime CHP altında girdi. Buna rağmen anketlerde İmamoğlu'nun tersi bir şekilde, açık ara öndeyken 124bin oy farkla seçimi alabildi ve meclisi kaybetti.
İstanbul'da ise sanki herkes CHP'li ve İyiP'liymiş gibi davranmaya da gerek yok. AKP'li, CHP'li, İyip'li, MHP'li, HDP'li ve soldaki seçmenler oy verdi. Ve Canan Kaftancıoğlu olmasa Ekrem başkan da bugün o çokça sevilen ve histerik şekilde savunulan kuralsız bir önseçimle elenecek ve Binali Yıldırım İBB başkanı olacaktı.
Şimdi, halkın iradesi ve siyasilerin çabaları ile elde edilen bu zaferlerin mimarı olan Kılıçdaroğlu'na sen seçilemezsin demek hadsizliktir. Kendi gölgesinden korkmaktır, cesaretsizliktir. Herkes nasıl çalıştıysa yine çalışıp zaferi elde eder. Üstelik tüm göstergelerin gidişini işaret ettiği ve resmi kayıtlara göre bir gecede 50 bin kişiyi katleden bir zihniyetin, halk -15 derecede çadır beklerken çadır satan bir zihniyetin far görmüş tavşan gibi yakalandığı belliyken, masadan kalkmak bu zihniyete siyasi olarak yaşam alanı açmaktır.
Göz ardı edilen yeni durumun bir teorik turnusolünü de yazalım.
Cumhurbaşkanının 3.kez seçilmesi tartışması bu krizlerden önce yaşanmaktaydı. Eğer Erdoğan cumhurbaşkanı kararnamesi ile seçimi yenilerse aday olamama gibi bir hukuki durum vardı. Parlamentoda seçim kararı almak için 360 oya ihtiyacı vardı ve Cumhur ittifakının 334 üyesi vardı. Bu yeni durumda eğer İyiParti biz ittifaktan da çıktık diyorsa kendilerinin 37 vekilini de eklediğimizde toplam sayı 371 olacak ve meclisten seçim kararı alınabilecek rakam yakalanacak. İşte bu da Akşener'in turnusolü olacak. Gerçekten demokrasi mi yoksa saray güdümünde bir truva atı mı, yaşayıp göreceğiz.
Son olarak, iyi ki bu ayrışma şimdi yaşandı. Kılıçdaroğlu daha büyük bir rüzgarla yol alabilir. Eğer iktidar olunduğunda, bakanlık paylaşımında yahut politika uygulamarında yaşansa bu kriz düşünmek dahi istemediğim büyüklükte gordion düğümüne çözülüp siyaseti kangren yapabilirdi.
Yorumlar
Yorum Gönder