Midye 'nin kan davası
"Şu zambakları uzat da ekelim, bitsin bu sahtekarlık"
38 yaşındaki bir ruhsuzdan mezar başında beklenebilecek bir vakurluktu bu. Sertaç, iki gün öncesine kadar birlikte Bestekar'daki midyecileri hırpaladıkIarı Güven'in tümülüs gibi uzanan mezarı başında, yancısı Yasin'e seslenirken, olabildiğince sıradan bir sesle söylüyordu bunları. Sanki ölen Güven değil de, muhabbet kuşuydu.
"Akşam 7 gibi Konur'da ol Yasin,işimiz çok" dedi Ankara'nın en kalabalık mahallesi Karşıyaka mezarlığının kapısına inince Sertaç.
Arabasına bindi, marşa bastı ve yürüdü. Diyarbakır Silvan'dan kan davası yüzünden kaçmış bir ailenin 8 çocuğunun en küçüğü olunca, hem üzerine titrenir hem de dayak arsızı olursun. Üzerinde kırılan sopalar ilk başta canını tarifsiz bir şekilde yakarken, istemsizce gözünden yaş geldiğinde 'avrad gibi ağlama laan' diye ikinci sopayı yediğinde artık olgunlaşmış olursun. Acıyı tecrübe ettiğin için alışkın gelirsin. Hayat da hep öyle değil midir zaten, tecrübe edilmiş acılar, içini ilk seferki gibi acıtmazlar. Sözgelimi bir bomba patladığında geride kalan insan parçalarına ilk baktığında kusarsın, başın döner. Öldüğünü ve can vermeden önce rüya gördüğünü düşünürsün. Sonra bir çınlama sesi gelir kulağına, hayatta kaldığını öyle anlarsın. Ama günlerce korkarsın, titrersin. Burnundan kopuk et parçalarının kokusu gitmez. Sonra bir daha patlar bomba, her yer et parçalarıyla doluyken sen, artık tecrübe kazanmışsındır. Olay yerinde nasıl davranman gerektiğini bilirsin, yardım edebilecek gibiysen edersin, işin bitince de en yakın bara gidip, seni hızlı çarpacak bir şeyler içerek hafızanı bastırırsın. Sonra çokça travmatik olay gördüğün için alkolik olursun. Ölmezsin ama yaşıyorsun da diyemezsin. Sertaç böyleydi işte.
Amcası Seyfi, Silvan'da koruculuk yaparken, mesleğin son aylarına doğru bir gece terörist grup diye yanındaki jandarmalarla birlkte kaçakçı 5 kişiyi vurdu. Tan atımında ölülerinin başına gittiklerinde, aralarında arazilerindeki sulama meselesi yüzünden husumet olan Reşo ağanın 4 evladı ve bir de kaçağın kılavuzu olduklarını görülünce, sabah namazından sonra ortalık karıştı. Reşo ağa da Jandarma Komutanı da Seyfi'nin bilerek bu çocuklara kıydığı konusunda hemfikir olunca Seyfi koruculuktan atıldı. Koruculuktan atılırsan, yuvadan yeni çıkan yavru kuş dönersin. Çaresizsindir. Ölüm yıllarca senin namlunun ucundayken, bu saaten sonra şah damarında gezer. Seyfi mecburen tutuklandı. Mahkemeye çıkarılana kadar Reşo ağanın adamları tarafından içeride öldürüldü. Reşo ağa da Seyfi'nin öldürüldüğü akşam, Seyfilerin ahırı ateşe verdirip 40 baş davarı telef ettirdi. Ne yakanı bulabildiler, ne de Reşo ağayı suçlayabilecek bir kanıt parçası. Hal böyle olunca, Jandarma karakolunda ifadesi alınıp evine geri gönderildi. Her iki aile de Silvan'ın iyi bildiği kini kudretinde büyük ailelerdi. İki ailenin orta yaşlıları Mele İbrahim'e giderek, araya girmesini, meclisi kurmasını yoksa Silvan'da taş üstünde taş kalmayacağını anlattılar.
Mele İbrahim, her iki aileye de haber yolladı. Perşembe akşamı yatsıdan sonra taziye evinde kurulan meclise önce Reşo ağa, kalan 3 oğlu, 2 damadıyla geldi. Ardından da Seyfinin ailesi. Seyfinin kardeşi, Sertaç'ın babası olan Mahmut, Sertaç'ın diğer amcası Lütfü, 2 damat ve ailenin 3 eniştesi ile meclis kuruldu. Mele İbrahim olanın bitenin Silvan'a zarar verdiğini ve konunun sulh olması gerektiğini, kan parası ve meclisin vereceği bedelin ödenmesi gerektiğini anlatırken, Reşo Ağa "bu işin sulh yolu yoktur, Mele İbrahim. Olan işin bedeli candır." diyince Mahmut " Abimiz, Reşo ağanın kardeşlerini vurmuştur. Biz onun gerçekten kasıtla yapmadığına Kuran'a İmana biliyoruz. Reşo ağanın acılarının yasına ortak olmak istedik, ağabeyimizi içeride vurdurmuştur. Yetmemiş ahırımızı yaktırmıştır Reşo ağa yanlış iş etmiştir Mele ibrahim, cezasını meclis versin,baş göz üstüne" diyince Reşo ağa öfkeli şekilde " ne yapacaktım, dizimi dövüp dengbej mi dinleyecektim?" diyince ortalık karıştı. Mele İbrahim önündeki rahleye hiddetle vuruca, rahle ikiye bölündü. "Meclisin huzuru hepinizin namusudur. Sesiniz, nefesinizden kuvvetli çıkmayacak" diyerek herkesi meclisten attı.
Meclisten atılmak demek şerefinizle sorgulandığınız bir durum demektir ki bu artık tüm kuralların boşa düştüğü bir andır. Meclisin önünde arbede başlayıp iki aile birbirine girince, silahına ilk davranan Seyfi'nin damadı oldu. Gürültüye dışarı çıkan Mele İbrahim "bese" diyene kadar silah patladı. Ve silahtan çıkan mermi Mele İbrahim'in boynundan girip kafasından çıktı. En olmayacak şey oldu. Ve Silvan'da Allah'tan daha çok saygı duyulan Mele İbrahim öldü. Herkes şoka girmiş şekilde bakarken, bu sefer Seyfi'nin küçük kardeşi Lütfü "ulan sen ne yaptın feleksiz" diyip, öz damadını çekti gözünü kırpmadan alnından vurdu. Reşo Ağa meclise getirdiği ailesinin önüne geçti, hepsini arkasına topladı ve Mahmut'a seslendi: "bu yaptığınızla şerefinizi gösterdiniz, meleyi vurmak haysiyetsizliktir, şerefsizliktir. Ailenizin şerefi yere düşmüştür, artık size Silvan'da gün yüzü yoktur, burayı terk edeceksiniz, bunun başka yolu yoktur. Hiçbir şeyinizi almayacaksınız, ne evinizi, ne tarlanızı, ne malınızı burada hiç kimse kullanmayacaktır, ocağınız sönecektir, Allahın laneti ve gazabı son nefesinize kadar üzerinizdedir."
Ne Mahmut, ne Lütfü hiçbir şey diyemedi. Çünkü olayın vahameti ortadaydı. Meclis kurmaya gelen, Silvan'da Allah'ın yeryüzündeki temsilcisi vurulmuştu. Üstelik meclisin önünde. Bunun ne Allah katında ne kanun nezdinde affı yoktu. Öyle de oldu, Cuma vakti gelmeden, kuşluk vaktinde ne kadar Öztürk soyadlı kişi varsa Silvan'ı terk etti. Bir kısmı Diyarbakır'da kaldı. Lütfü ailesiyle birlikte Gaziantep'e göçtü. Mahmut da askerliğini yaptığı Ankara'ya götürdü ailesini.
Sertaç, annesinin kucağında Pursakların yokuşlarını çıkıp gecekondudan bozma evlerine girdiğinde daha 6 yaşlarını yeni geçmiş bir çocuktu. Üzerinden geçen devasa uçaklara bakmaya korkuyor her seferinde annesinin yanına saklanıyordu. Annesinin leçeğine sarılıp uyurken büyüdü sonra. Bir sabah leçekteki kan kokusunu almasıyla büyüdü. Çamaşır yıkarken düşen Kerime, başını merdiven başına vurmuş, oracıkta beyin kanaması geçirip, kulaklarından ve burnundan gelen kan, başındaki beyaz leçeği kan içinde bırakmıştı. Yerde hareketsiz yatan Kerime'nin yanına giden Sertaç, annesinin ölü bedeninin altındaki leçeği çekip kana bulanmış örtüyü koklamış ve içeride tandır vuran ablalarının yanına kaçmıştı. Sonrası hep ağıt. Sonrası hep Reşat ağa'nın söylediği lanet. Annesini Silvan'a götüremediler. Karşıyaka'ya gömdüler bir öğlen vakti. Eğer başka bir şehre göç ettiyseniz, kendinizi o şehre ait hissettiğiniz ilk an, bir yakınınızı o şehrin mezarlığına gömdüğünüz andır. Artık oralı olmuşsunuzdur. Kuşkusuz bu Sertaç için çok erken bir hemşehrilikti.
Geçen yıllar içinde, Sertaç büyüdü, bir ablası trafik kazasında, bir ablası iş kazasında öldü. Ağabeylerinden birisi kaçak mazot işine girdi yakalandı hapse düştü. Bir ablası Mersin'e gelin gitti. Sertaç küçük ağabeyi Serdar'la, midye satıcılığıyla yola çıktığı hayatta kalma macerasında, Mardin'lilerin can düşmanı oldu. Yıllara varan savaşın sonunda, Mardin'lilere diz çöktürmeyi başarıp, Ankara'nın en büyük midye baronu, tezgah tabiriyle midye tedarikçisi oldu. Bir sabah ise artık tamamen büyüdü. işleri büyüttüğünde babasına bir kamyon almış, midyenin İzmir'den Ankara'ya gelişini de aile işi yapmıştı.Babası Mahmut, haftada bir izmir'e gidiyor, Foça'dan yüklediği midyeleri Ankara'ya getiriyordu. Tüm Ankara'nın tedarikçisi oldukları için, Ankara midyesi, İzmir'den farksız geliyordu gurme gırtlaklara. Halen de öyledir. Ankara'da yenilen midye İstanbul'dakinden farklıdır.
Bir sabah, o haberle tamamen büyüdü Sertaç. Haberlerde gördü babasının kamyonunu: İzmir'den Ankara'ya gitmekte olan Mahmut Öztürk idaresindeki midye yüklü kamyon Afyonkarahisar yakınlarında, belirlenemeyen bir nedenle devrildi. Araç şoförü Öztürk, olay yerinde can verirken; Afyonkarahisar Eskişehir yoluyola saçılan midyelerin temizlenmesinin ardından tekrar trafiğe açıldı.
Hepsi bu kadar!
Bir çocuğun büyümesi için gereken süre 30 saniye. Televizyonun karşısında kalakalmıştı Sertaç. O an aklına ilk Silvan geldi. Salatalık yolmaya gittikleri tarlaları. Traktörün altında babasının puşisini sofra bezi yaptığı lanet sıcak geldi aklına. çocuk ensesinden inen ter, şimdi yine ensesinden sırtına gidiyordu. Ama ne leçeği ile silecek annesi, ne de cebindeki mendili sırtına sokacak babası yoktu. En küçük çocukların şanssızlığı, kendilerinden önceki çok sayıda aile üyesinin cenazesini kaldırmalarıdır. O yüzden hayattaki her anneya da baba, en çok küçük çocuklarının üzerine titrer. Bir nevi kurban bayramından önce kurbanlığın merhametle beslenmesi gibi.
Cenazeyi Afyonkarahisar'dan alıp Ankara'ya getirdiler. Ağabeyi Serdar'la birlikte babalarını hayatlarında ilk ve son kez yıkadılar. Musallah taşına koyup namazı kılındıktan sonra imam o malum soruyu sordu: Nasıl bilirsiniz ? Hep bir ağızdan yükselen "iyi biliriz"i duyunca, Sertaç cemaate döndü. Tanımadığı onlarca insan, babalarını tanımadan Allah indinde yalan söylüyordu. Hepsinin bildiği tek şey, Mahmut'un Sertaç ve Serdar'ın babaları olduğuydu. Bir insana iyi insandır demek bu kadar kolay mıdır, diye geçirdi aklından, hakkını helal ederken.
Babasının tabutu altında olgunlaştı o gün Sertaç. Koca aile un ufak olmuş, Sertaç'a düşense her parçayı toprağa vermek olmuştu. Babasını toprağa verir vermez imamı beklemeden işin başına döndü. Acıyı kanıksamış bir et yığınıydı artık, bu saaten sonra ağabeyi de ölse çok da şaşıracağı bir durum kalmamıştı. Geçen aylardan sonra yeni bir kamyon aldı. Direksiyona bu sefer ağabeyi Serdar geçmişti. Kamyonun dorsesine Silvan'lı Mahmut yazdırdı. Bu sayede, babasını öldüğü yolda yaşatacaktı.
Sertaç, Ankara'da işlerin başındayken, Mardin'lilerden aldığı her yere önce Diyarbakırlıları, her bir mıntıkanın başına da Silvanlıları yerleştirdi. Bu sayede Silvanlılar, artık tüm Ankara'nın bildiği doğal bir gerçeklikti. Gaziantep'teki amcası Lütfü'nün oğlu Yasin'i aldı önce yanına. işletme mezunu Yasin tüm mıntıkalardaki hesabı kontrol eden ağabey oldu Silvanlılar için. Sonra Mersin'deki ablasının kayın biraderi Güven geldi. 20'lerin başından toy delikanlı Güven.
Güven altında araçla mal verdikleri tezgahları geziyor, Yasin tüm hesapları kontrol ediyor, Sertaç da hasılatı pay ediyordu. Arada, illa ki Mardinliler diş geçirmek için boy gösteriyordu ancak bu sonucu değiştirmiyordu. Esat caddesinden Tunalı'ya, Bestekar'dan Olgunlar'a, oradan Kızılay'a, Karanfil, Konur'a derken her yerdeki gerek midyeci tablaları gerekse midye dükkanları Sertaç'ların kontrolündeydi. Kızılay ve bu muhitin kontrolü Güven'deydi. Sertaç da Batıkent, Çayyolu, Ümit köyü kontrol ediyordu. Günlük ciro tüm tezgahlarda ve dükkanlarda 1 Milyon lirayı aşıyordu. Midyeler İzmir'den geliyor, Ankara'da Diyarbakırlı kadınlar dolduruyor, kadınların her birine günlük hatırı sayılır bir yevmiye veriliyor, mahallenin ihtiyaçları karşılanıyor, hapis olan varsa onlara da harçlık gidiyordu. Bu sayede Silvanlılar kimseye eyvallahı olmayanlar olarak nam salmıştı, Ankara'nın dörtbir yanında.
Her hızlı yükselişte kontrol edilmesi gereken birkaç temel kural vardır : Bu iş bizi bozdu mu? Gayrimeşru işimiz var mı? Herkes hakkını aldı mı? Tezgahlar temiz mi?
Bu temizlikten kastedilen, hijyen falan değildi. Uyuşturucuydu. Tezgaha uyuşturucu girdiği an, bittiğin andır. Bütün Ankara öğrenir ve bir gece de pul olursun. Mardinliler bu hataya düşmüş ve Sertaçlar bunu çok güzel bir fırsata dönüştürmüştü. Şimdi bu hataya kendileri düşmesin diye tüm tezgahlar gün içinde tavaf edilliyor, gayrimeşruya tolerans gösterilmiyordu. Çok tablacı, tablası başında öldüresiye dövülmüş, sattıkları uyuşturucular Silvanlılar tarafından ateşe verilmişti. Kendilerine uyarı için gelen uyuşturucu satıcılarının aracıIarına 'benim tezgahlarıma karışmayın gerisi beni ilgilendirmez' diyerek sınırı net çizmişti.
Yine böyle rutin tavafın yapıldığı sırada Güven bir akşam Tunalı'da dönüp Bestekar'a girdi. Sokağın sonuna doğru geldiğinde Sertaç'la buluştu. Tezgahlara geldiğinde ise kendi tezgahlarının karşısında midye tablası açanları gördüler. Güven kimsiniz, necisiniz diyene kadar adamlar Reşo Ağa 'nın selamı var diyip Güven'i oracıkta yerle bir etti. Sertaç, yolun karşısındaki arbedeyi görünce adamlardan önce silahına davrandı ve ikisini de ayaklarından vurdu. Karşıya geçip Güven'i yerden kaldırdı, adamIara eğildi, sakin bir sesle birinin kafasını kaldırarak kulağına "Reşo ağaya selam söyleyin bu iş ahırda davar yakmaya benzemez, bu zamana kadar onun dediği oldu. Eğer uzatırsa onu ben, ellerimle mele İbrahim'in yanına yatırırım" dedi.
Reşo'nun tablacı diye gönderdiklerinin tablalarını paramparça etti, Güven'i arabaya aldı. Çayyolu'na doğru çıktılar. Geldiklerinde saat gece yarısına yakındı. Çorbacıda hem çorba içtiler hem hasıIatı aldılar. Sonra Sertaç, Güven'i evine bıraktı, kendisi de evine geçti.
Sabah olduğunda ise Güven'in öldüğü haberin aldılar. Reşo Ağa mesajı almış, Ankara'ya gönderdiği Mardinlileri Sertaçlara musallat etmişti.Akşamki dayak faslından sonra, tezgahlara İstanbul'dan mal çeken Mardinlileri Güven'in peşine salan Reşo Ağa'nın adamları Güven'i delik deşik etmiş, kanıyla duvara da şunu yazmıştı : Melenin yanı dolu sen gel buradan yer beğen.
Olan hiçbir şeyden haberi olmayan Güven'e olmuştu. Fidan gibi çocuk, yıllardır süren husumetin en bahtsız hasmı olarak can verdi.
Cenazeyi Mersin'e göndermediler. Ankara'ya defnettiler. Polis denetimi altında yapılan defin sonrası, Sertaç Yasin'e seslendi: Şu zambakları uzat da ekelim, bitsin bu sahtekarlık.
Çiçekleri ettikten sonra Sertaç, mezarlık çıkışında Yasin'e bir kez daha döndü: Akşam 7 gibi Konur'da ol Yasin, işimiz çok.
Sertaç, önce polise ifade vermeye gitti. Olayın ne olduğunu bilmediğini, mele İbrahim'i tanımadığını, Güven'e bunu kimin neden yaptığını bilmediğini anlattı. iki gün önce yaşanan silahlı çatışmadan haberi olmadığını söyledi. Olay yerini gören kameraların olmaması Sertaç'ın hayatını kurtaran olaydı. Polislerin şehirden ayrılmama uyarısını başıyla onaylarak kabul etti. ifadesini imzaladı ve karakoldan çıktı.
Akşam saatlerinde Kızılay'a geçti ve sözleştiği üzere Yasin'le buluştu. Önce kendi tezgahlarını ziyaret ettiler. Ardından Bestekar'a geçip iki gün önce adamların vurduğu yere gittiler. Onlara tezgah açtıran Mardin'li Zeki'yi buldular. Ve Zeki'yi de silahla alıp yaşadıkları mahalleye, Altındağ'a gittiler. Silvan'dan bu yana geçen yıllar içinde, Reşo Ağa ve ailesi hiç değişmemişti. Kaçağa devam ediyorlardı. Reşo Ağa'nın yıllara dayanan kaçak ağı Suriye ve Irak'ta devasa boyutlara ulaşmıştı. Suriye'de savaş başlayınca, artık eşya kaçakçılığı yerini insan kaçakçılığına bırakmıştı. Reşo'nun çocukları da işin içine girmiş, Suriye'den önce Ezidileri, sonra Esad'dan kaçan insanları, daha sonra ise rejime karşı savaşanları Türkiye'ye geçirmeye başlamışlardı. Reşo'nun ailesi kaçakları önce Diyarbakır'a getiriyor, buradan Ankara'ya geçiriyor, Ankara'daki ortaklarıyla yaptıkları anlaşma ile de Küçükkuyu üzerinden Yunanistan'a götürüyorlardı. Kaçaklar, tekneye binene kadar tüm transfer için kişi başı 2500$ ödüyorlardı. Bunun 500 $'ı Reşo'ya, kalan kısımı ise Ankara ve Çanakkale'deki kaçak tacirlerine gidiyordu.
Araç Altındağ'a gelene kadar Zeki, dağılan ağzı burnuyla oIan biten her şeyi anlattı. Altındağ'a geldiklerinde, havadaki pus, yerini gerginliğe bıraktı. Zeki, işkenceyle Reşo'nun bağlantılı oldukları kişileri söyledi. Sertaç, Yasin, Sertaç'ın ağabeyi Serdar, çalışanlardan Ruşen ve Kemal adreslerden tek tek kişileri topladı. 5 kişiyi alınca, Altındağın göbeğinde 5'ini birden öldürdüler.
O gece Altındağ karıştı. Reşo'nun Ankara'daki bağlantıları, şafak vaktinde kaçakları götürmek için hazırlık yapıyorlardı. Tüm bağlantılar şimdi, Altındağ'un orta yerinde boylu boyunca yatıyordu. Bir söylenti çıktı hemen, Suriyeliler vurmuştu güya hepsini. Sonra tüm Altındağ ayaklandı. Cinayetlerden sonra kaçan Sertaç ve yanındakiler, geride bir kıyım bıraktı. Yüzlerce iş yeri yağmalandı. Suriyelilerin evleri taşlandı. Olaylarda bir masum kişi hayatını kaybetti. Polis yüzlerce kişiyi gözaltına aldı. Battalgazi'nin orta yerinde boylu boyunca yatan kişilerden en yaşlı olan Mardin'li Zeki'nin üzerindense bir not çıktı:
Yaşananların başlangıcı Silvanlı Reşat Günoğlu ve çocuklarının buraya gönderdiği kişilerle olan kaçakçılığa dair para anlaşmazlığıdır. Kaçakçılardan adam başı 750$ istemiştir. Bunun üzerine Suriyeliler 500$ için anlaştık diyerek tartışma çıkarmış, çıkan tartışma silahlı kavgaya dönüşmüştür.
Ankara Emniyeti bu not üzerine Diyarbakır Emniyetiyle irtibata geçti. Emniyet yaptığı operasyonla Reşa Ağa ve çocuklarını gözaltına aldı. Tüm sanıklar, çıkarıldığı mahkemede yasadışı insan kaçakçılığı yapmak ve kaçakçılığa aracılık yapmak suçundan tutuklandı. Reşo Ağa tutuklandığı gece, oğullarının gözü önünde şişlenerek öldürüldü. Oğulları da babalarının katili olan, Sertaç'ın hapishanedeki ağabeyinin iş ortağı olan Zülküf'ü parçalayarak öldürdü.
Reşo'nun cenazesi, Silvan'da köye geldiğinde herkes, hakkını bulduğunu düşünüyordu.
Cenazeye gelen; imamın sorusuna ağlayarak bağırıp Haram, zehir, zıkkım olsun diyen Sertaç dahil!
Reşo'yu Mele İbrahim'in ayağının altına gömdüler.
Günahları, boynuna ağır gelsin diye.

Yorumlar
Yorum Gönder