Yazmaya Geri Dönme Denemesi

Yazamıyorum artık. Kanıksadığım bir yoksunluğun zihnimi sünger gibi çekip aldığı çağın tam ortasındayım. Ardım çöl, önüm buzul. Durduğum yerin pek önemi yok. Gün işte.

İnsanlığımı kaybedeli çokça zaman oluyor, bedenimde bir ecinni büyütüyorum. Zihnimde bir şeytan oturuyor. 

Okuma yetimi kaybettim bir süredir, sadece elime aldığım bir metnin vurucu yerini buluyorum. Sonrası yok. Eskiden her metnin vurucu yeri, okuduğum her sayfaydı. Kah ölüm oruçları, kah Cumartesi anneleri, kah kapısı çarpıyla işaretlenmiş bir ev, kah dergahı yakılmış bir mürid, kah çanı devrilmiş bir zangoç.

Her halükarda, burada dayak yiyenlerdi derdim. Şimdi ben dayak yer oldum.

İki adımını düz atıp, düşecek diye babasına hızla koşan kız çocuğuna bakınca dolan gözlerim var artık. Kedilerle konuşan kadınlara bakıp mutlu olmalarım, içtiği sigaranın izmaritini çöp kovasına atan adamı görünce umutlanmalarım. Başka da bir şey bırakmadılar zaten. Her yere cami açtılar, her camiden selamızı okudular gün be gün. Kaybettiğimiz her değer için yeni bir sela. Vakitli vakitsiz selaların peşinde ayın 15 inde maaş alan imamlara, harçlık yerine özgürlük diyetimizi ödedik. Yitirilen Kalenderi dergahında döktük saçlarımızı, Hay'dan geldi Hu'ya gönderdik işte. 

Ruhumuza bir cepken diktiler, kefen niyetine gezdirdik durduk. Bunca mutsuzluğun arasında, altını çizdiğimiz kitapları sahaflara teslim ettik de kaybettik hatıralarımızı. Belki de unutmak istiyoruz tüm geçmişimizi, zaman akıp gidiyor işte, Irak bombalanıyordu eskiden, şimdi Ukrayna. Kandehar'da köle pazarında satılıyordu kadınlar, şimdi her yerde. Değişen bir şey yok. Zihnimizi alıkoydular, duygularımızı yitirdik. 

Eksik emdik annemizin sütünü, annelerimizi Marshall süt tozlarıyla büyütmüşlerdi savaş kuyruklarından önce. Sütü acı geldi annelerimizin. Gün bugüne devrolunca, sığınacak anne karnı arıyoruz şimdi. Keşke başımızı okşasalar da sakinleşsek, dinse öfkemiz.

Öfkemiz, evet.

3 kuruş paraya maaş dedikleri ve canımıza okunan nice saatler emeklerimizi çalan fabrika patronlarına öfkemiz.

Hastaneden randevu alamamıza sebep olanlara öfkemiz.

Doktorlarına siktir çekenlere öfkemiz.

Evleri yananların kafasına çay fırlatanlara öfkemiz.

Kendi düğünümüzde çeyrek altın takanlara, gram altın almakta zorluk çekmemize sebep olanlara öfkemiz.

Çocuğumuzun attığı ilk adımı görememize sebep olanlara öfkemiz.

Elektrik faturasını taksimetreye bağlayanlara öfkemiz.

Marketteki bebek bezine alarm bağlayanlara öfkemiz. Bir anne, çocuğu açsa zaten çalmak zorundadır o mamayı ki bunu hırsızlık diye görmek, bebeğin yaşama hakkına ihanettir. Ve bu vatana ihanetten de ağır bir şeydir.

Lanet olsun!

Haberlerde her gün ölüm var, her gün yoksulluk, yitirilenler, freni boşalan kamyonlar, öfkeyle birbirine saldıran binlerce insan içinde en çok tıklanıp gündem olanlar, gülmek suç sayılır oldu artık bu ülkede.

Sahtekar tebessümlerin gölgeleri vuruyor üzerimize. Her gün 21 Aralık sanki, en uzun gece, en uzun gölge!

Oysa her gün düşüyoruz, yüreğimizin toprağına. Mezarlarımızı tanıyamıyoruz işte. Kemiklerimiz sızlıyor yokluktan, çocuklarımızın dişleri çürüyor.  Koskoca bir halk, bir avuç insanı doyurmakla uğraşıyor. Bebemizin sıçtığı bezden vergi alıp, kendilerine sofra kuruyorlar. 

Kurdukları sofrada kan testisinden göz yaşı sunuyorlar aslında midelerine.

Büyüyorlar, büyüyorlar.

Bir yandan da en alttakiler büyüyor. 

Ve geliyorlar işte, kaybedecek hiçbir şeyi kalmayanlar.

Yakındır.


Hayat, varlık, yokluk ve insan kavramları üzerine / Deneme / Milliyet Blog

Yorumlar

Popüler Yayınlar