ÇİVİ
Dişlerinin
arasındaki çiviyi tanıyordum, o paslı tadını. İşaret parmağının üzerindeki
nasır, ezilen insanlara hayat tarafından yapılan dövmeydi.
Marakeş’in
sokaklarında kiremit taşı evlerin yanından geçerken, cumbalardan sallanan çarşaflardan
yayılan kokuların arasında bir kedinin ardı sıra yürüdüm. Gözleri ateş kırmızısı
bir Siyam kedisi.
Bu topraklar, üzerinde
yaşayanların kadar altında sur-u İsrafil’i bekleyenler için de acımasız. Azap,
hem altta hem üstte bu topraklarda. Üzerimizden uçan güvercinler bile acımasız.
Kedilerle oyun oynuyor, kedilerin kendilerine yaklaştığını biliyorlar. Son ana
kadar kalkmıyorlar yerden, ve kedi can hıraş bir şekilde güvercinlerin üzerine
atladığında eline geçen yalnızca bir hava akımı. Kendine kalansa bir duvara
toslayıp açılan çürükler. Marakeş’te kediler sırtlarından yaralıdır.
Sevemezsiniz sırtlarından, saldırır. O son atlamada göğe kahkahayla yükselen
güvercinlerdir kedileri yaralayan. Güvercinler, hayatta kalmak için düşmanını
hata yapmaya zorlar. Ortadoğu’dan Afrika’ya yaşayan her canlının ortak
özelliğidir bu. Düşmanını hata yapmaya zorlamak.
Burası Tanrının ülkesi.
Her yanı kan kırmızısı. Katran siyahı saçlı insanların Tanrılardan doğduğu
avlularından kiremit kokusunun ortancalara karışıp yükselirken hipnotize ettiği
bir kent. Afrika dahil!
Cezayir’den başladım
kalıntı aramaya. İnsan kalıntısı. Öyle ölmüş gitmiş değil, yaşayan insan
kalıntısı. Gördüğüm her ilginç yüzü izledim, ilk insanın yürümeye başladı güzergahı
takip ettim Etiyopya’dan. Sonra kader beni Cezayir’e çevirdi, üstüme başıma
sinen barut kokusunu çölün sıcağıyla yıkadım. Ölene öldürene lanet edip yönümü
çevirdim Fas’a. Evvela Rabat’ta okyanusun enginliğinde kayboldum, ardından
Kasablanka’da bir yabancı. Tarih bizi tanıklığımızdan vururdu. Vurduğu yerde
halklar toplu şekilde can verirdi. Kasablanka Marakeş arası trende kompartımana
sinen sidik kokusu arasında geçmişimle yüzleştim. İnsan hayvanını kapalı bir
ortama koymak, balığı sudan çıkarmakla eş değerdir aslında. Çaresizdir.
Yeryüzünde serbest halde gezebilecekken, kendini dikine yaptığı ve adına ev
dediği kutulara hapsetti insan. Güvenliği batasıca, mahremi yıkılasıca insan
hayvanı!
Uzaklarda bir
yerde, anadilimi konuştuğum topraklarda insanlar birbirinden nefret ediyor.
Birbirine saldırıyorlar. İnsan formundaki canlılar, yaşadığımız topraklara
yıkımdan gayrısını getirmediler. Çocuklarımıza tecavüz ettiler, farklı
düşünenleri öldürdüler. Savaş yoktu halbuki ortada. Birileri ortalığı velveleye
veriyordu, kendileri için. Ve kendileri için insan öldürecek yüzbinlerce
kişilik orduları vardı. Hem de hiç savaşa girmeden. Doğduğum topraklarda insan
kalmadı sonra. Çocuklar, çıkamadı sokaklara, gidemedi parklara. Salıncaklar,
rüzgarla sallandı sadece. Ne üstüne oturan bir çocuk, ne de eski günlerini
düşünen sevgililer oturdu üstüne. Korkudan kimse gidemedi salıncaklara. Ve
sevenler, tecavüzcü derler diye yaklaşamadı çocuklara. Çocukların aileleri korkudan,
gönderemedi çocuklarını parklara. Utanç yüzyılının en sert çeliğinde, vicdan
demirinin en kızgın zamanlarıydı. Hiç kimse soramadı çelik niye sertleşti, demir
niye kızdı diye. Sadece öldürdüler birbirlerini, kalanlar da nefret ettiler
birbirlerinden.
Sokaklarından
kaldırdık ölü annelerimizi ülkemizin.
Mezarlardan
çıkardık ölü annelerimizi.
Beyaz
örtülerinden tutup yerlerde sürüklediler annelerimizi.
Ana dolu böyle
bir yerdi.
Hititlerden bu
yana, kavimlerin uğrak yeri şimdi kendi çocukları eliyle kendi soyunu kurutuyordu.
Analarının memelerinden
süt emenler, kendi kuzularına kan emzirdiler onlarca yıl. Ve kurudu memeler
sonra.
Ve şimdi, Jemaa el- Fnaa meydanında gündüz vakti bir
adamı izliyorum. Ağzında bir çivi, iki sedir ağacı parçasını birbirine çakmak
için elindeki keseri bekliyor. Ben bu çiviyi de biliyorum, bu parmaktaki nasırı
da.
Berfo Ana’ya
getiremediğimiz Cemil’in tabutunun çivisidir o.
Berfo Ana’nın
tabutuna nasip olan.
İlhan Erdost’un
tabutunundur o, yerde ölüsü kalan Taybet ananın, sokak ortasında dövülen Ali
İsmail’in, ekmeği yere düşen Berkin’in, kaybolan onlarca çocuğun, Sabahattin
Ali’nin, Uğur Mumcu’nun, tecavüz edilip öldürülen çocukların, karaya vuran
Aylan’ların, ceketine kan sıçramış Metin Göktepe’nin, bağlaması ateşin narında
pişmiş Hasret’in tabutunun çivisidir.
En kızgın
demirden yapılan, en sağlam çividir.
Çekici vurdukça,
en derinimize ilerleyen.
Ve bir türlü,
faşizmin tabutuna çakamadığımız paslıların en paslısı, eskilerin en eskisidir.

Yorumlar
Yorum Gönder